26 Haziran 2010 Cumartesi

AH OH!


yazının aslı:  http://galerinon.com/tr/ah-oh

AH OH isimli sergi projesi antlaşmalar hukuku olarak özetlenebilecek, antlaşmaların korunması ilkesine dayanan bir kavram olan Ahde Vefadan (Latince Pacta Sunt Servanda*yola çıkarak kavramsal bir tartışma zemini öneriyor. Bu tartışma zemini Ahde Vefa’nın esinlendirdikleri ile vaat, sadakat, güven, aile, mahremiyet, cinsellik ve ahlak gibi sosyal yapıların dönüşümünü sorgulamayı amaçlamakta. AH OH aşkın politikası, arzunun ritüelleri, ahlakın çıkmazları ve kaçınılmaz olarak varoluşumuzun psikanalitik dinamikleriyle uğraşan işleri biraraya getiriyor. Verilen sözleri tutmanın imkansızlığını, söz vermenin ihtiyaç halini de dile katarak çalışan sergi, izleyiciyi kişisel-politik bir yüzleşmeye davet ediyor ve soruyor: “Ne zaman söz veririz, verdiğimiz sözleri ne zaman bozarız -kendimizi yeniden yapılandırmak için?”

AH OH sergisi izleyicisini, Belçika’nın son dönem yıldızı epey parlayan sanatçılarından Rinus Van de Velde‘nin kömür kalemiye gerçekleştirdiği deseniyle karşılıyor. Sanatçı içeriği ikinci el bir imajdan ödünç alarak, sınıf çatışması gerilimi yaratacak bir durum analizini soyutluyor. Evcil hayvanlarla kurduğumuz ilişkilerin, bu ilişkilerden ortaya çıkan sosyal durumların yeniden ürettiği eski bir soruyla… Kim efendi, kim köle?

Bir sonraki adımda ise, kamu vicdanının dönüşümüne inanan ve anonimleşme stratejisiyle çalışan kolektifiç-mihrak‘ın cinsel ayrımcılık politikalarına cevap veren kurgusal posterleri geliyor. Yönetilenler ve yönetenler arasındaki gerilimi -arzunun ritüellerini işaretleyerek- fişekleyen posterler, hem şehre yayılıyor hem de sergi mekanında duvarlaşıyor. Karahaber Video-Eylem Atölyesi’nden Oktay İnce‘nin ‘Devrim beni aramadı’ isimli belgesel filmiyse, homofobi üzerine lgbt bireyler, tanıklar ve örgütlerle yapılmış röportajlardan oluşuyor. Filmin ivmesi, Devrim’in devrime inancı.

Kıbrıslı sanatçı Hasan Aksaygın‘ın sergi mekanında üretilen duvar resmi, yerleşime kapanan ve hayalet şehre dönüşen Kapalı Maraş’ın (Varosha) hikayesini sanatçının ailesinin portresi olarak ve Bizans referanslarını dönüştürerek kavramsallaştırıyor. Kendisini anne ve babasının arasında kalmış bir figür olarak kurguladığı resim, aile bağlarının deşifrasyonu gibi, neşeli ve hüzünlü. Sergi, üzerine kurulduğu kavramsal zeminin yerel referansını edebiyatımızın efsane ismi Sevim Burak‘ın “Ford Mach I” adlı romanından alıyor; kızı Elfe Uluç çocukken annesinin (kitabın yazım sürecinin bir parçası olarak) ona yaptırdığı desenleri yeniden yorumluyor ve aralarındaki edebi ilişkinin söz verme ve tutma üzerinden bağlayıcılığını sorguluyor. Singapur / Berlin arasın çalışan Ming Wong, ‘Angst Essen / Korku Kemirmesi’ isimli videosunda Fassbinder’in Korku Ruhu Kemirir filmindeki karakterlere bürünerek, hikayeyi Berlin / Kreuzberg bağlamında yeniden üretiyor. İki kişi arasındaki duygu çatışmalarını ve ahlaki krizleri, sınıfsal ya da kültürel farkların tarihselliğine duyarlı bir dille güncelliyor.

Berlin’den Aykan Safoğlu toplumsal bir vaat olarak ele aldığı sünnet kültürünü ve etrafındaki bir söylenceyi, çok boyutlu bir yerleştirmeye dönüştürüyor. Sünnet pilavına dair çok bilinen, ama fazla da açık edilmeyen bir hikayeyi kültürel hafızaya duyarlı ironik bir dille yüzeye çıkarıyor. Amerikalı sanatçı Patty Chang‘ın çift kanallı video yerleştirmesi, anne ve babasıyla gerçekleştirdiği bir performansın dökümantasyonu. Chang, izleyiciyi anne ve babasıyla arasındaki ilişkinin mahremiyetinde bırakarak, ebeveyn-çocuk ilişkisinin en dramatik ve en tiyatral gösterisini gerçekleştiriyor.

25 Haziran 2010 Cuma

"Kâr getirmeyen her şey dışarı!"


AZRA TÜZÜNOĞLU (Arşivi) 
yazının aslı: http://outlet-istanbul.blogspot.com/

İSTANBUL - Kentsel dönüşüm, mutenalaşma, soylulaşma adı ne olursa olsun, pratikte yaşanan süreci tanımlayan temel mesele, neo-liberal devletin rantının, karlılığının kamu yararının önüne geçmesi. Dün Sulukule’de bugün Gülsuyu-Gülensu’da yaşadığımız, yarın kent merkezindeki tarihi okullarda yaşayacağımız süreç, devletin şirketleşmesi ve kamuyu müşteri sanma yanılgısı. Kamu müşteri olunca, parası olanlarla olmayanlar arasındaki ayrışma en sert noktasına ulaşıp, kentsel tecavüzler ardı ardına geliyor. Bu memleketten belki seri katiller çıkmıyor ama sonuçta biz seri tecavüzcülere alışkınız. Kaderine boyun eğmemenin yolu da belki onları afişe etmekten, ses çıkarmaktan, kentin en çok kentlisinin olduğunu unutmamaktan geçiyor.
Geçtiğimiz gün Yıldız Teknik Üniversitesi’nin çalışanlarına ve öğrencilerine sorulmadan taşınması kararına karşı verilen tepki bir sergi vasıtasıyla gerçekleşti. Bilindiği gibi, üniversitenin Beşiktaş Yıldız’daki kampüsü Davutpaşa’ya taşınıyor. Kentin bu endüstriyel bölgesine, ilk etapta taşınmasına karar verilen fakültelerden biri Sanat ve Tasarım Fakültesi oldu. Sanatla uğraşan insanların sanat merkezlerinin bu kadar uzağında bir yere gönderilmesi haliyle epey tepki çekti.

Değerli alan turistlere
Bütün üniversiteyi ilgilendiren bu meselenin kıyısında, küçük bir kalabalık belki de son kez orada bir araya geldi. Savunulan, basit bir taşınmadan çok bu taşınmanın arkasında yatan sebepler, bu sebeplerin hiçbir kamu yararı gözetmemesine rağmen göz göre göre gerçekleştirilmesi, yoksulların, kâr getirmeyenlerin şehir dışlarına itilmesi, üretimin şehir merkezinden silinmek istenmesi, ve nihayetinde ‘değerli’ alanların turistlere bırakılarak şehrin bir yüzeye indirgenmek istenmesi...
Yıldız Üniversitesi’nde 18 Haziran’a dek sürecek Afişe sergisi bahanesiyle kentsel-toplumsal muhalefetin nasıl güçlenebileceğini Yıldız’ın eski öğrencisi Burak Delier ile, Yıldız ve Mimar Sinan’ın öğretim üyeleri Eviner ve Akay’a sorduk.

Burak Delier: Bir nevi ‘şirket devlet’
Neo-liberal politikalara karşı İstanbul ölçeğindeki mücadelelere bakıldığında bir dizi başarısızlığın izini sürebiliyoruz. Dünyadaki gelişmeler göz önüne alıdığında İstanbul bir istisna değil. Bu süreçlerden ders çıkartıp muhalefeti nasıl örgütlememiz gerektiğini tekrar düşünmeliyiz. Kamusallığı, ortadan kalkmış ‘sosyal devlet’ hala oradaymış gibi, öteki tarafta hatasından dönmeye istekli bir ‘baba’ varmış gibi savunamayız. Kamusallığa, eşitliğe, özgür ifadeye ve diyaloğa temelden düşman salt ekonomik, militer ve kaba siyasi güce dayanmış riyakâr şirket-devletlerin egemenliğinde yaşıyoruz. Bu anlamda kamu üniversitelerinin ve kentsel ‘paryalar’ın hedef alınması şaşırtıcı değil. Çünkü ancak bu iki grubun eşitlikçi işbirliği ile kurulacak özerk yapılar duvarda bir çatlak açabilecek yeteneğe sahip. Süreç biz doğru olanı, saygı değer ‘devlet-şirket baba’ya söyledik diye durmadı ve durmuyor. Babayı babaya şikâyet etmekten vazgeçip, başta ‘büyüme’ ve ‘kârlılık’ fikirleri olmak üzere liberal kapitalist ideolojinin sacayaklarını tartışmaya açıp alternatifleri canlandırmamız gerekiyor.

İnci Eviner: ‘Bu yaratıcı bir eleştiri’
Sanat ve Tasarım fakültesi 12 yıl once interdisipliner bir yapıda, sanatın bir bağımsızlık ve aynı oranda toplumsal bir sorumluluk olarak dünyaya eklediği eleştirel-sanatsal bilginin olanaklarını tartışmak üzere kurulmuştu. Bu yapının ideal formuna ulaşması için daha fazla zamana ve daha fazla özgürlüğe ihtiyacı olduğu kesin, yine de amaçları ve şimdiye kadar gerçekleştirdikleri ile önemli bir örnek olmayı başardığını düşünüyorum. Diğer akademilerin tersine sanat ve tasarım fakültesi, mekanlarını düşünen, yazan, eleştiren, yaratan birey olarak sanatçı adaylarının kendilerini gerçekleştirmeleri için dinamik bir platform olanağı sundu. Bu nedenle Afişe etkinliği, içinde bulunduğumuz durumun yani sanatın gereksiz bir fantazi olarak algılanıp dışlanan bir anlayışa karşı yaratıcı bir eleştiri etkinliğidir.

Ali Akay: Aynı şey Avrupa’da da var
Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Sanat ve Tasarım Bölümü’nün şehrin ‘perif-merkezlerine’ doğru taşınması konusu, üniversitelerin merkezi idaresinin hükümranlığını bize sergilemektedir. Hükümranlık, daha çok ‘modern-öncesi’ bir kavram. Bu mesele sadece bir ‘mutenalaşma’ sorunsalı değil, aynı zamanda iktidarın en arkaik şekillerinin en postmodern küreselleşmiş ekonomiyle içiçe geçebildiğini de göstermektedir. Üniversite öğrencileri, öğretim üyeleri ve görevlilileri - statüleri ne olursa olsun- rant makinasında boyunduruk altına alınmıştır. Üniversitenin ideolojik olarak ‘üstkodlaması’ bugün rant ekonomisine yaslanmakta ve üniversiteleri kısmi ve parçalı şekilde rant alanlarından uzaklaştırmayı hedeflemekte. Bu, sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da yaşanan bir süreçt. Paris’de, 1980’de Paris VIII’in banliyöye sürülmesi veya Londra Middlesex Üniversitesinin Felsefe Bölümünün kapatılması kararı benzer süreçlerde işlemektedir.

'under construction'/'yapım aşamasında'

Reysi Kamhi 
‘under construction’ 

29 Haziran – 14 Temmuz 2010

 ‘under construction / yapım aşamasında’, Reysi Kamhi’nin sanal alemden yola çıkarak hazırladığı ve hazırlayacağı imajlardan hareketle oluşturduğu bir proje. 
Sergi boyunca galeri yapım aşamasındaki bir mekan, her gün değişen ve yaşayan bir alan olacak.  Sanatçı 29 Haziran’dan itibaren Salıdan Cumaya haftanın dört günü galeriyi atölyeye dönüştürecek ve burada gerçekleştirdiği çalışmalarıyla sergiyi oluşturacak. 

13 Temmuz’daki kapanış davetinde serginin tamamlanmış hali izleyicilerle buluşacak. Serginin oluşum süreci ise twitter’dawww.twitter.com/pg_reysikamhi adresinden takip edilebilecek.

Pg Art Gallery
Cevdetpaşa Cd. 
No: 15/3
Bebek / İstanbul
T: 0212 263 33 90
www.pgartgallery.com