yazının aslı: http://galerinon.com/tr/ah-oh
AH OH isimli sergi projesi antlaşmalar hukuku olarak özetlenebilecek, antlaşmaların korunması ilkesine dayanan bir kavram olan Ahde Vefa’dan (Latince Pacta Sunt Servanda*) yola çıkarak kavramsal bir tartışma zemini öneriyor. Bu tartışma zemini Ahde Vefa’nın esinlendirdikleri ile vaat, sadakat, güven, aile, mahremiyet, cinsellik ve ahlak gibi sosyal yapıların dönüşümünü sorgulamayı amaçlamakta. AH OH aşkın politikası, arzunun ritüelleri, ahlakın çıkmazları ve kaçınılmaz olarak varoluşumuzun psikanalitik dinamikleriyle uğraşan işleri biraraya getiriyor. Verilen sözleri tutmanın imkansızlığını, söz vermenin ihtiyaç halini de dile katarak çalışan sergi, izleyiciyi kişisel-politik bir yüzleşmeye davet ediyor ve soruyor: “Ne zaman söz veririz, verdiğimiz sözleri ne zaman bozarız -kendimizi yeniden yapılandırmak için?”
AH OH sergisi izleyicisini, Belçika’nın son dönem yıldızı epey parlayan sanatçılarından Rinus Van de Velde‘nin kömür kalemiye gerçekleştirdiği deseniyle karşılıyor. Sanatçı içeriği ikinci el bir imajdan ödünç alarak, sınıf çatışması gerilimi yaratacak bir durum analizini soyutluyor. Evcil hayvanlarla kurduğumuz ilişkilerin, bu ilişkilerden ortaya çıkan sosyal durumların yeniden ürettiği eski bir soruyla… Kim efendi, kim köle?
Bir sonraki adımda ise, kamu vicdanının dönüşümüne inanan ve anonimleşme stratejisiyle çalışan kolektifiç-mihrak‘ın cinsel ayrımcılık politikalarına cevap veren kurgusal posterleri geliyor. Yönetilenler ve yönetenler arasındaki gerilimi -arzunun ritüellerini işaretleyerek- fişekleyen posterler, hem şehre yayılıyor hem de sergi mekanında duvarlaşıyor. Karahaber Video-Eylem Atölyesi’nden Oktay İnce‘nin ‘Devrim beni aramadı’ isimli belgesel filmiyse, homofobi üzerine lgbt bireyler, tanıklar ve örgütlerle yapılmış röportajlardan oluşuyor. Filmin ivmesi, Devrim’in devrime inancı.
Kıbrıslı sanatçı Hasan Aksaygın‘ın sergi mekanında üretilen duvar resmi, yerleşime kapanan ve hayalet şehre dönüşen Kapalı Maraş’ın (Varosha) hikayesini sanatçının ailesinin portresi olarak ve Bizans referanslarını dönüştürerek kavramsallaştırıyor. Kendisini anne ve babasının arasında kalmış bir figür olarak kurguladığı resim, aile bağlarının deşifrasyonu gibi, neşeli ve hüzünlü. Sergi, üzerine kurulduğu kavramsal zeminin yerel referansını edebiyatımızın efsane ismi Sevim Burak‘ın “Ford Mach I” adlı romanından alıyor; kızı Elfe Uluç çocukken annesinin (kitabın yazım sürecinin bir parçası olarak) ona yaptırdığı desenleri yeniden yorumluyor ve aralarındaki edebi ilişkinin söz verme ve tutma üzerinden bağlayıcılığını sorguluyor. Singapur / Berlin arasın çalışan Ming Wong, ‘Angst Essen / Korku Kemirmesi’ isimli videosunda Fassbinder’in Korku Ruhu Kemirir filmindeki karakterlere bürünerek, hikayeyi Berlin / Kreuzberg bağlamında yeniden üretiyor. İki kişi arasındaki duygu çatışmalarını ve ahlaki krizleri, sınıfsal ya da kültürel farkların tarihselliğine duyarlı bir dille güncelliyor.
Berlin’den Aykan Safoğlu toplumsal bir vaat olarak ele aldığı sünnet kültürünü ve etrafındaki bir söylenceyi, çok boyutlu bir yerleştirmeye dönüştürüyor. Sünnet pilavına dair çok bilinen, ama fazla da açık edilmeyen bir hikayeyi kültürel hafızaya duyarlı ironik bir dille yüzeye çıkarıyor. Amerikalı sanatçı Patty Chang‘ın çift kanallı video yerleştirmesi, anne ve babasıyla gerçekleştirdiği bir performansın dökümantasyonu. Chang, izleyiciyi anne ve babasıyla arasındaki ilişkinin mahremiyetinde bırakarak, ebeveyn-çocuk ilişkisinin en dramatik ve en tiyatral gösterisini gerçekleştiriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder