29 Nisan 2010 Perşembe

Bayraktar'ın İşleri Üzerine

                                                    rkgg5.jpg
Kerem Ozan Bayraktar, Hospital-Intensive Care Unit. Sanatçı, Hastane serisini fotoğraf makinesiz, sadece üç boyutlu modelleme programlarını kullanarak üretmiştir. Bayraktar, fotoğraf, sinema ve hastane imgeleri arasındaki geçişkenliği sorgular. Intensive care unit çalışması sinema kültürünün görselliğini (örneğin Japon korku filmleri) kullanır. Resimlerin görsel dili aynı zamanda Silent Hill oyunlarına yakındır. Bayraktar’ın diğer işlerinde de karşılaştığımız su unsuru, burada bir arınmaya işaret eder, hastanedeki temiz ortamla örtüşür. Böylesine karanlık bir mekanda figürün olmaması. ışığın çeşitli formlarda gölgeler oluşturması steril bir ortamdan çok ölümü çağrıştırır.

                                              

Kerem Ozan Bayraktar, Post2009. 600 webcamden oluşan bu giysiyi süjesine giydiren Bayraktar,  bu çalışma ile birçok soru soruyor.  Öncelikle, izlemek veya dikizlemek için üretilen aletin işlevini yok ediyor. Webcam artık göstermekten çok kapatmaya, bedeni örtmeye yarayan bir şekle giriyor. İzleyicinin figürle bir iletişim kurmasını engelliyor, ‘o’nu içine kapatıyor. Sanatçı, dijitalleştirilen her şeyin seyirlik bir öğe haline geldiği, vitrinleştirildiği günümüzde teknolojik bir ürünü kapatmak, gizlemek için kullanıyor.  Bu iş, insanın teknolojiyle olan bağlantısının gerçekleştirecek tek yolun bedensizleşme olduğunu gösteriyor da olabilir.


Kerem Ozan Bayraktar, Icecubes_The Book, 2009. Bayraktar bu çalışmasında üç boyutlu hazır bir nesne olan 20. yüzyıl sanat tarihi kitabını  dondurarak buza benzer beyaz bir küpe dönüştürüyor. Sanatçı, tüm sanat tarihinin popüler bir sanat kitabına indirgenmiş, donmuş, ölmüş, müzeleşmiş olmasına işaret ediyor. Aynı zamanda buz, anı dondurma ve ölümsüzlükle ilişkilendirebileceğimiz bir nesne. Geçiciliğin hükmettiği bir dünyada  buz katmanının ardındaki kalıcılığa işaret ediliyor.  Sanatçının malzeme sayesinde yarattığı bu donukluk, sanat işini yabancılaştırıyor; bu objenin geçmişe ait olduğunu dile getiriyor. Beyaz ve buzla kurulan bu ilişki sanatçının kendi işlerine yabancılaşmayı engelleme amacını taşıyor: dondurma ve o anda kalma arzusu. Sanatçı böylelikle hiç eskimemelerini sağlıyor, geçmişe dair olmaktan çok şu ana hizmet ediyor.


Kerem Ozan Bayraktar, FROSTBITE_Mary Glacier, 2009. Kerem Ozan Bayraktar, daha çok portre alanında çalışıyor. Bu serideki resimleri fotoğraf aracılığıyla oluşturuyor. Modellerine önce beyaz tonlarda bir makyaj yapıyor, daha sonra üzerlerine yapay bir ışık yansıtıyor ve süjelerini bu koşullarda fotoğraflıyor. Bu üretim süreci, fotoğrafların resime dönüşmesi, bu imgelerin geleneksel portre anlayışıyla birebir örtüşmemesinin sebeplerinden biri. Diğer bir neden ise, Ozan’ın popüler kültürün görselliğinden beslenmesi. Beyaz tonlarda ve çok katmanlı bir şekilde oluşturduğu resimlerinde  birey sanki bir hastanenin sert ışığı altında arınmaktadır. Figürler izleyiciye bakmaz, izleyici içe dönük oldukları hissine kapılır. Figürün izleyiciye bakmamasının nedeni, izleyiciye bakan figürün pornografik olarak algılanabilmesi ve göz teması kurmamanın sinemanın görsel diline özgü olmasıdır.


Narcissus from Kerem Ozan Bayraktar on Vimeo.


Kerem Ozan Bayraktar, Narcissus2008. Videolarında resimsel bir stil benimseyen Bayraktar, bu videosunda aşina oldugumuz bir konuyu kullanıyor: suda kendi yüzüne bakarken, sudaki görüntüsüne aşık olan Narkissos’un günlerce yemeden içmeden kesilerek sonunda öldüğü mitolojik hikaye. Peki bu videoda figür gerçekten kendi görüntüsüne mi bakıyor? Bayraktar için su arınmayı, silinmeyi hatta doğal bir yok oluşu temsil ediyor. Sanatçı, aslında var olmayan bir görüntüyü mü yakalamaya çalışmakta? Su etkisi nedeniyle pek net olmasa da Bayraktar’ın  figürü ilk defa karşıya bakıyor. Bu baktığı, dokunmaya çalıştığı suret biz ekranın arkasındakiler olabilir mi?



Man with bike from Kerem Ozan Bayraktar on Vimeo.

Kerem Ozan Bayraktar, Man with Bike, 2007. Kerem Ozan Bayraktar, Man with Bike çalışması ile bir dışavurumcuya benzer bir şekilde yaşama karşı tepkilerini ifade eder. Sıkıntı, sinir ve hatta kaygı uyandıran bu işini –sanatçının bilgisayar yazılımlarıyla oluşturduğu üç boyutlu figürü ve içinde bulundugu çevreyi- modern yaşamın sınırları içinde sıkışıp kalmış bireyin yarı ölmüş haliyle ilişkilendirmek mümkün. Belirli kimliklere bürünen, durmadan değişen yaşam koşullarına uymaya çalışan birey, ilerleme güdüsüyle harekete geçer ve  bitmeyen sonsuz bir döngünün içinde bulur kendini. Modernizmin zorlayıcı ve bir örnekleştirici mantığının aşılmasındaki ana engellerden biridir bu aynı zamanda. Artık ütopyalar peşinde koşamaz;  Baudrillard’ın dedigi gibi kurmacanın kurmacası, taklidin taklidinin peşine düşer. İnsan bedeni artık her şeyden çok makinalara, teknolojiye yakındır, hatta onların kölesi olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder