11 Şubat 2010 Perşembe

'Ekmek Nasıl Olur da Sanat Yapıtı Olur?'

Sanat galerisinde sergilenen ekmek nasıl olur da bir sanat yapıtı olur? 
Daniel Buren bu sorudan yola çıkarak müzelerin bir sanat yapıtı üzerindeki etkisini anlamaya çalışmaktadır." Bir dilim ekmegi bir müzeye koymak ya da orada sergilemek o müzenin işlevini degiştirmez ama müze, en azından sergi süresince, o bir dilim ekmegi bir sanat yapıtına dönüştürür. Hadi bir dilim ekmegi bir ekmek fırınında sergileyelim ve bakalım: O bir dilim ekmegi diger ekmeklerden ayırmak zor, hatta olanaksız olacaktır. Sonra da herhangi bir sanat yapıtını bir müzede sergileyelim: o yapıtı öteki yapıtlardan ayırmamız mümkün müdür gerçekten?"
Buren'in bu sözlerinden de anlaşıldıgı gibi, bir yapıtın anlamı ve degeri nesnenin kendisi kadar sergilendigi mekanla da ilişkilidir. Bu açıdan bakıldıgında 20.yy modern sanatın 'kabugu' olarak nitelendirilen 'beyaz küp' galerilerin, nesnelerin sanat statüsü kazanmasındaki rolü büyüktür. Duvarları beyaza boyanmış, penceresiz bu  izole mekanlara girildiginde, sanat yapıtları gözümüze sanki dinsel hakikatler gibi sunulmaktadır. Sanat sanki bir sonsuzluk içinde 'kendi dünyasındadır' ve izleyicinin rituel bir buluşma mekanını andırmaktadır.
1960'lı yılların sanat dönüşümünde ise, gerek happeningler gerek performans ve enstalasyon gibi yeni ifade biçimleri ile beyaz küpün hakimiyeti sarsılır ve onun arkasında dönen sisteme bir eleştiri oluşturur. Meta degeri taşıyan, tekil nesne, yerini izleyicinin fiziksel bir etkileşimde kurabildigi yapıtlara bırakır. Galeri kutsallıgından arınarak sanki bir 'atölye' 'mekan'ına döüşür. Hatta mekanın kendisi, yani baglamın kendisi içerik haline gelir. Bu postmodernizmin modernizmden en ayırt edici özelliklerinden biridir. 
Sanat sistemine karşı eleştiride bulunan sanatçıların bir kısmı, arazi sanatı olarak nitelendirilen bir kategoride bir çok yapıt üretmiştir. Ancak yine de sistemin bir parçası olmaktan kurtulamamıştır. Örnegin, Robert Smithson'ın, Sarmal Dalgakıranının tozlarını bir galeri sınırları içinde de sergilemesi gibi.


 Sonuç olarak ne beyaz küpten ne de bu sistemden kaçış yok. Ancak yine de, 1960'larda başlayan bu başkaldırı süreciyle günümüzde de alternatif sanat ortamları ve bienallerle bu sistem yalnızca parasal degerlere hizmet eden bir sistem olmaktan çıktı. Reesa Greenberg'e göre " Artık çagdaş sanat için yeglenen sergi salonları bir evden ya da apartmandan bozma galeriler degil, eski fabrika binaları ya da depolardır."

Yazımda çok yararlandıgım, Ahu Antmen'in sunuş yazısıyla daha anlaşılır olan 'Beyaz Küpün İçinde' kitabını daha fazla ilgilenenlere de oldukça tavsiye ederim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder