6 Ocak 2011 Perşembe

Bir mekan tanımı nasıl olmalıdır veya onu mekan olarak algılamamızı saglayan nedir?

Kentsel mekânın üretilmesinde başlıca üç aktörden söz etmek mümkün:
Mekânın ilk olarak nasıl şekilenecegine karar veren şehir ve bölge planlamacıları ve ikinci bir aktör de gayrimenkule yatırım yapan şirketlerdir. "Bu aktörler mülk sahipleri ya da işletmecileridir." Kentsel mekânın üretilmesinde söz sahibi üçüncü aktör olarak da devletten söz edebiliriz. "Devlet mekânın şekillenmesi için kuralları koyandır. Burada sözü edilen şehirciler, mekânın üretiminde rol alan hegemonik aktörlerdir. Bu sebeple,mekan üreticileri, şehri kullananların, devletin ve gayrimenkul yatırımcıların çıkarlarını gözetmek zorundadır."
Bu yazı Henri Lefebvre’ in Kent Hakkı söyleminden hareketle oluşmaktadır. Ancak Kent Hakkı söylemine geçmeden önce fordizmden günümüze gerçekleşmiş kent hareketlerinden çok kısaca bahsetmeliyim.
Kentsel hareketleri üç bölümde incelemek mümkün. 1920’lerin başında bir kapitalist, endüstriyel üretim şekli olarak yayılan fordizm, 60’lı yıllarda büyük bir krize sebebiyet verir. Çünkü fordizm, kentin bölünmesine ve gittikçe banliyöleşmesine sebep olmuştur. Oluşan mücadele ortak tüketim alanları söylemi etrafından hareket etmiş , Lefebvre’in çalışmalarından ilham almış, “Gerçekçi ol, imkansızı iste” gibi sloganlarla kendini ifade etmiştir.
1980’li yıllardan itibaren ise kentsel hareketler tasarruf politikaları üzerinden degişim göstermiştir. Siyasetin neoliberalleşmesi ile dogru orantılı olarak işssizlik ve yoksulluk artmıştır. Böylece ortaya” yeni ev” ihtiyacı çıkmıştır. Bu süreç zarfında toplu konut mekanlarında yagmalar, işgaller gibi kent hareketleri baglamında problemler meydana gelmiş ve yeni çözümler üretilmeye çalışılmıştır. Bu baskılar ve problemler, hareketi karşı çıkıştan iş birligine dogru yöneltmiş “Devlet içinde devlete karş” bir sistem olarak kurgulamıştır. Mahalle tabanlı ve yerel hareket olarak ikiye ayrılan bu duruşlar hareketi parçalanmaya götürür.
1990’lardan itibaren neo liberalizmin bir zorunlulugu olarak kent mekanını geliştirmek ve orayı bir pazar haline dönüştürmek gerekiyordu. Üçüncü kuşak kentsel hareketlerin en belirleyici özelligi artık kentteki yoksullugun yerine “sosyal dışlanma” denilen olguyla mücadele etmeye başlamasıdır. “Bir yandan kendilerini ve kentsel rekabetten elde ettikleri ayrıcalıkları korumaya yönelen hareketler öte yandan da 'Kentin kimin kenti' olması gerektigi üzerine mücadele edenlerle kentsel hareketler daha parçalı bir yapı haline gelir."
Bu üç evreye, 2001 yılından itibaren içinde oldugumuz dönemi koyarsak bir dördüncüyü eklemek de mümkün. Kentsel gelişmelerin borçlarını finanse etmek için kullanılan finans pazarlarının birleşmesiyle kentselleşmenin de artık küreselleştigi bir sisteme dahil olmaya başladık.
Tüm bu kentsel hareketler içinde , Lefebvre’in üzerinde durdugu meseleye, şehir sakininin kent hakkı nedir sorusuna tekrar dönmeliyiz. Şehir hakkı, şehir sakinlerinin, gerçekleştirdikleri gündelik pratikler aracılıgıyla mekâna doğrudan müdahale ve onu kendilerinin kılma haklarını içerir. "Şehir sakinlerinin yaratıcı emegıyle oluşan bu mekanlar, şehir mekanının hegomonik üreticilerine karşı bir mualefettir."
Burada sorulması gereken bir yeni soru da şudur: “Şehir kullanıcı-dönüştürücü-sakinlerinin mekân yaratma pratikleri hangi açılardan onları otoriteden azat eder?”

(araştırma-öğrenme yazısı)

Kaynakça:
• Artun Ali, sanatçı müzelerii, iletişim yayınları
• Artun Ali, Kültür ve Sanat Mecraları (Vasıf Kortun ile Söyleşi)
• Lefebvre Henri, Modern Dünyada Gündelik hayat
• Mayer Margit, Kentsel Toplımsal Hareketlerin Degişken Sloganları Baglamında “Kent Hakkı”
• Tan Pelin, Soylulaştırma Sürecinde Sanat ve Sanatçı
• www. mekanar.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder